1. Bir kimseye veya düşmana; söz, işâret veya yazı ile, mal ve can güvenliğinin emniyet (güven) altında olduğunu bildirme.
İlticâ edenlere emân vermekte bütün müslümanlar eşittir. Halktan herhangi biri de bu hakka sâhiptir. O hâlde kim bir müslümanın ahdini (verdiği sözü) bozarsa, ona ihânet ederse, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onun üzerine olsun. Kıyâmet gününde Allah onun ne farz, ne nâfile ibâdetlerini, ne de tövbesini kabûl eder. (Hadîs-i şerîf-Et-Tergîb vet-Terhîb)
2. Müslüman olmayan bir kimsenin İslâm memleketine girmesi için kendisine verilen müsâade, izin.
Müslümanlardan aldığı emânla, dâr-ül-İslâm'a (İslâm memleketine) gelen kâfir (müslüman olmayan) bir kimse, burada yaşamakta olan zımmî (gayr-i müslim vatandaş) gibi korkusuz yaşar. Onun haklarına sâhip olur. (Serahsî)
Emânât-ı mukaddesenin Osmanlı Devletine intikâli, geçişi Yavuz Sultan Selîm Hanın 1517 târihinde Mısır'ı fethedip halîfe ünvânını aldığı sırada oldu. Mısır'dan getirilen ve Sûriye, Filistin, İran'dan toplanan diğer emânetler ve teberrükât eşyâsı da Topkapı Sarayında önce iç hazîneye kondu. Sonra Hasodaya alındı. Hırka-i Saâdet dâiresi kurulunca, bunların saklanması ve bakımları özel usûle bağlandı. (Osmanlı Târihi Ansiklopedisi)
Yavuz Sultan Selîm Han, Emânât-ı mukaddesenin muhâfazasını kırklar diye bilinen Hasodalılara vermişti. Kırk kişiden meydana gelen Hasodalılar, Hırka-i Seâdet dâiresinde nöbet tutar, burada devamlı Kur'ân-ı kerîm okurlardı. (Osmanlı Târihi Ansiklopedisi)
|